17 Şubat 2015 Salı

İçimizdeki Gizli Cinsiyet Ayrımı


Toplumsal önyargılarla ilgili önemli bir yanlış anlama bulunuyor. Çünkü çoğumuz, kendimiz dışındaki insanların, hatta genellikle “kötü” insanların – mesela aşırı ırkçıların – önyargılı olduklarını düşünüyoruz. Ancak anlamamız gereken şey, aslında hepimizin toplumsal önyargılara sahip olduğu.
Toplumsal önyargılar ve stereotipleştirme, neredeyse beynin normal çalışma şekli.
Çok geniş miktarda bilgiyi depolamak için beyin benzer şeyleri birlikte grupluyor. Zaman içinde, bunların bazıları tamamen bilinçaltına iniyor ve bu yüzden bilmeden, farkına bile varmadan pek çok şeyi önyargılı bir tavırla yapıyoruz.
Psikologlar bu teoriyi geniş bir araştırma ile test ettiler.
Harvard Üniversitesi araştırmacılarından Mahzarin Banaji, neredeyse tüm kariyerini aslında “zihnimizi hiç tanımadığımız” gerçeğini gözler önüne sermeye adadı. Yaptığı çalışmayı şöyle özetliyor:
Örneğin, günde 4 paket sigara içen bir sigara tiryakisine “Ne kadar sigara içiyorsun?”diye sorulduğunda, kasıtlı olarak günde sadece 2 paket sigara içtiğini bildirebilir, çünkü tiryakiler genellikle gerçek miktarı kabul etmekten utanırlar. Ya da sigara tiryakisi, bunun çok özel bir soru olduğunu söyleyerek soruya cevap vermez. (Bunlar, bilinen cevabı bildirme konusunda isteksiz olmaya yönelik örneklerdir.) Ancak günde 4 paket sigara içen bir sigara tiryakisinin, günde sadece 2 paket sigara içtiğini bildirmesi, çünkü gerçekten günde sadece 2 paket sigara içtiğine inanması da mümkün. (Bilmeden yanlış bir cevap vermeye bazen kendini kandırma diyoruz.)
Buna “örtük çağrışım” deniyor. Dilerseniz internet sitelerinde Türkçe olarak ırk, cinsiyet, cinsellik ve benzeri konularda kendi örtük önyargılarınızı test edebilirsiniz.
Harvard araştırmacılarının, tıpkı diğer araştırmacılar gibi buldukları sonuç, aslında sosyal önyargıların evrensel olduğu.
Örneğin Yale Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, çok sayıda bilim insanına,  bir öğrenci tarafından laboratuar yöneticiliği pozisyonu için aynı belgelerle başvuru yapıldı. Bilim insanlarının yarısına gönderilen iş başvurusu bir erkek ismiyle, diğer yarısına gönderilen başvuru ise bir kadın ismiyle yapıldı. Ve onlardan bu başvuruyu (isim dışında birbirinin aynısı olan) değerlendirmeleri istendi.


Sonuçlar hayret vericiydi: Kadın ismiyle yapılan başvuru ile ilgili  “yetkinlik”, “işe alınabilirlik” konusundaki değerlendirmeler, erkek ismiyle yapılan başvurunun gerisinde kalmıştı. Başvuran kişiye önerilecek ücretler kıyaslandığında ise  kadın ismiyle yapılan başvurunun 4000 dolar daha düşük bir ücrete uygun görüldüğü ortaya çıktı.
Bu yeni bir haber değil, öyle değil mi? Bu, bizim sevgili eski dostumuz “cinsiyet ayrımcılığı”.
Bu araştırmanın esas “bombası”, bilim adamları ve bilim kadınları arasında başvuruları değerlendirme konusunda hiçbir fark olmaması ve kadınların başvurularının herkes tarafından benzer şekilde küçümsenmesiydi.
Bu, toplumsal önyargının kalbidir.
Bu kadınlar (ve erkekler), başvurularla ilgili nedenler gösterirken asla açıkça cinsiyet ayrımcılığı yapmadılar. Örneğin,  “Çünkü o bir kadın” ya da “çünkü çocukları olacak ve işe ara verecek” demediler. Onlar, tıpkı sizin ve benim gibi, cinsiyete göre ayrımcılık yaptıklarını anladıklarında dehşete düşecek insanlar.
Sosyal önyargılar genellikle bilinçsizdir ve bu önyargıları yok etmek pek de mümkün değildir. O halde amacımız, önce farkına varmak olmalıdır. Böylece iki kez düşünebilir ve bu önyargılarımızı dengelemenin başka yollarını bulmaya çalışabiliriz.
Lise Elliot, Pembe Beyin Mavi Beyin isimli kitabında, erkek ve kız çocuklar arasında doğuştan var olan küçük farklılıkları gözler önüne seriyor.
Örneğin erkekler, yaklaşık 113- 142 gr daha ağır ve 1.27 cm daha uzun doğuyor. Erkek bebeklerin çok az daha büyük kafa çapları olurken, doğumları da çok hafif daha zor geçiyor.
Gerçek sorun, kızların ve erkeklerin ne kadar farklı oldukları değil, anne babaların bu küçük farklara nasıl tepkiler verdiği ve bunları nasıl toplumun kadın ve erkeklerle özdeşleştirdiği çok daha büyük farklılıklara dönüştürdüğü.
Örneğin, “ortak akıl” kızların daha sosyal ve erkeklerin daha fiziksel olduğunu söylüyor. Ancak bilimsel araştırmalar, bu düşünceleri desteklemiyor.
Bir deneyde, annelerden 11 aylık bebeklerinin emekleyebileceği halıyla kaplı eğimli bir yüzeyin dikliğini tahmin etmeleri istendi. Ardından bebekler gerçekten bu eğimli yolu emeklediler. Gerçek açılar ile annelerinin tahmin ettiği açılar arasındaki fark kaydedildi.
Sonuçlar, hem erkek hem de kız bebeklerin aynı derecede eğimli yüzeyi emekleyebildiklerini gösterdi. Ancak, annelerin tahmini erkek bebekler için bir derece farkla doğruyken, kız bebeklerin yapabilme becerisine dokuz derece kadar daha az değer biçildi.
Bu araştırma şunu gösteriyor: Erkeklerin daha fiziksel olduğuna dair varsayım, ebeveynlerin oğullarını fiziksel aktiviteler konusunda daha fazla desteklemelerine, kızlarını ise daha fazla uyarmalarına neden oluyor.
Sonuç?
Toplumsal önyargılarla ilgili önemli bir yanlış anlama bulunuyor. Çünkü çoğumuz, kendimiz dışındaki insanların, hatta genellikle “kötü” insanların – mesela aşırı ırkçıların – önyargılı olduklarını düşünüyoruz. Ancak anlamamız gereken şey, aslında hepimizin toplumsal önyargılara sahip olduğu.
Toplumsal önyargılar ve stereotipleştirme, neredeyse beynin normal çalışma şekli.
Çok geniş miktarda bilgiyi depolamak için beyin benzer şeyleri birlikte grupluyor. Zaman içinde, bunların bazıları tamamen bilinçaltına iniyor ve bu yüzden bilmeden, farkına bile varmadan pek çok şeyi önyargılı bir tavırla yapıyoruz.
Psikologlar bu teoriyi geniş bir araştırma ile test ettiler.
Harvard Üniversitesi araştırmacılarından Mahzarin Banaji, neredeyse tüm kariyerini aslında “zihnimizi hiç tanımadığımız” gerçeğini gözler önüne sermeye adadı. Yaptığı çalışmayı şöyle özetliyor:
Örneğin, günde 4 paket sigara içen bir sigara tiryakisine “Ne kadar sigara içiyorsun?”diye sorulduğunda, kasıtlı olarak günde sadece 2 paket sigara içtiğini bildirebilir, çünkü tiryakiler genellikle gerçek miktarı kabul etmekten utanırlar. Ya da sigara tiryakisi, bunun çok özel bir soru olduğunu söyleyerek soruya cevap vermez. (Bunlar, bilinen cevabı bildirme konusunda isteksiz olmaya yönelik örneklerdir.) Ancak günde 4 paket sigara içen bir sigara tiryakisinin, günde sadece 2 paket sigara içtiğini bildirmesi, çünkü gerçekten günde sadece 2 paket sigara içtiğine inanması da mümkün. (Bilmeden yanlış bir cevap vermeye bazen kendini kandırma diyoruz.)
Buna “örtük çağrışım” deniyor. Dilerseniz internet sitelerinde Türkçe olarak ırk, cinsiyet, cinsellik ve benzeri konularda kendi örtük önyargılarınızı test edebilirsiniz.
Harvard araştırmacılarının, tıpkı diğer araştırmacılar gibi buldukları sonuç, aslında sosyal önyargıların evrensel olduğu.
Örneğin Yale Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, çok sayıda bilim insanına,  bir öğrenci tarafından laboratuar yöneticiliği pozisyonu için aynı belgelerle başvuru yapıldı. Bilim insanlarının yarısına gönderilen iş başvurusu bir erkek ismiyle, diğer yarısına gönderilen başvuru ise bir kadın ismiyle yapıldı. Ve onlardan bu başvuruyu (isim dışında birbirinin aynısı olan) değerlendirmeleri istendi.
Sonuçlar hayret vericiydi: Kadın ismiyle yapılan başvuru ile ilgili  “yetkinlik”, “işe alınabilirlik” konusundaki değerlendirmeler, erkek ismiyle yapılan başvurunun gerisinde kalmıştı. Başvuran kişiye önerilecek ücretler kıyaslandığında ise  kadın ismiyle yapılan başvurunun 4000 dolar daha düşük bir ücrete uygun görüldüğü ortaya çıktı.
Bu yeni bir haber değil, öyle değil mi? Bu, bizim sevgili eski dostumuz “cinsiyet ayrımcılığı”.
Bu araştırmanın esas “bombası”, bilim adamları ve bilim kadınları arasında başvuruları değerlendirme konusunda hiçbir fark olmaması ve kadınların başvurularının herkes tarafından benzer şekilde küçümsenmesiydi.
Bu, toplumsal önyargının kalbidir.
Bu kadınlar (ve erkekler), başvurularla ilgili nedenler gösterirken asla açıkça cinsiyet ayrımcılığı yapmadılar. Örneğin,  “Çünkü o bir kadın” ya da “çünkü çocukları olacak ve işe ara verecek” demediler. Onlar, tıpkı sizin ve benim gibi, cinsiyete göre ayrımcılık yaptıklarını anladıklarında dehşete düşecek insanlar.
Sosyal önyargılar genellikle bilinçsizdir ve bu önyargıları yok etmek pek de mümkün değildir. O halde amacımız, önce farkına varmak olmalıdır. Böylece iki kez düşünebilir ve bu önyargılarımızı dengelemenin başka yollarını bulmaya çalışabiliriz.
Lise Elliot, Pembe Beyin Mavi Beyin isimli kitabında, erkek ve kız çocuklar arasında doğuştan var olan küçük farklılıkları gözler önüne seriyor.
Örneğin erkekler, yaklaşık 113- 142 gr daha ağır ve 1.27 cm daha uzun doğuyor. Erkek bebeklerin çok az daha büyük kafa çapları olurken, doğumları da çok hafif daha zor geçiyor.
Gerçek sorun, kızların ve erkeklerin ne kadar farklı oldukları değil, anne babaların bu küçük farklara nasıl tepkiler verdiği ve bunları nasıl toplumun kadın ve erkeklerle özdeşleştirdiği çok daha büyük farklılıklara dönüştürdüğü.
Örneğin, “ortak akıl” kızların daha sosyal ve erkeklerin daha fiziksel olduğunu söylüyor. Ancak bilimsel araştırmalar, bu düşünceleri desteklemiyor.
Bir deneyde, annelerden 11 aylık bebeklerinin emekleyebileceği halıyla kaplı eğimli bir yüzeyin dikliğini tahmin etmeleri istendi. Ardından bebekler gerçekten bu eğimli yolu emeklediler. Gerçek açılar ile annelerinin tahmin ettiği açılar arasındaki fark kaydedildi.
Sonuçlar, hem erkek hem de kız bebeklerin aynı derecede eğimli yüzeyi emekleyebildiklerini gösterdi. Ancak, annelerin tahmini erkek bebekler için bir derece farkla doğruyken, kız bebeklerin yapabilme becerisine dokuz derece kadar daha az değer biçildi.
Bu araştırma şunu gösteriyor: Erkeklerin daha fiziksel olduğuna dair varsayım, ebeveynlerin oğullarını fiziksel aktiviteler konusunda daha fazla desteklemelerine, kızlarını ise daha fazla uyarmalarına neden oluyor.
Sonuç?
Erkekler gerçekten de kızlardan daha güçlü fiziksel beceriler geliştiriyor. Ancak doğal ya da biyolojik sebeplerden dolayı değil, daha çok ebeveynlerin bilinçaltlarından bebeklerine yansıttıkları cinsiyet rolleri nedeniyle.
Bebeklerin ne kadar sosyal olduklarına yönelik çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edildi. Yani yeni doğan bebekler arasında, insan yüzlerine gösterilen ilgi ile cansız nesnelere gösterilen ilgi arasında belirgin bir fark görülmedi.
Ancak, 4-6 aylık olduklarında kız bebeklerin, erkek bebeklere oranla insanların yüzüne daha fazla bakmaya ve tepki vermeye meyilli olduğu belirlendi. Bunun sebebi ne olabilir?
Erkek bebekler daha fazla ve daha uzun süre ağlamaya meyilliler ve sabit bir uyku düzeni geliştirebilmeleri daha fazla zaman alıyor. Araştırmacılar, anne babaların, kız bebeklere oranla erkek bebeklerin ağlamasını önemsememe eğilimlerinin daha yüksek olduğunu vurguluyor. Sonuç olarak, erkek bebeklerle, genel olarak daha sakin ve “kolay” olan kız bebeklerden daha az sosyal etkileşime giriyorlar. Yani erkeklerin daha az sosyal olması kaçınılmaz bir sonuç oluyor.
Erkek olmanın, erkeklerin daha fiziksel ve daha az sosyal olmasına sebep olan hiçbir belirgin özelliği bulunmuyor. Ancak toplumsal etkileşimler bunu hızlıca gerçeğe dönüştürüyor. En azından ergenlikten önce. Ergenlikten sonra erkekler daha büyük ve güçlü olmaya başlıyorlar. Ancak bebeklikte ve çocuklukta, iki cinsiyet arasında çok az ve küçük farklar bulunuyor.
Annelerin erkek çocukların acı ile ilgili yüz ifadelerini önemsememe eğilimleri üzerine yapılan bir araştırma ise, annelerin bunu bilinçaltlarında oğullarının “sert” olmasını desteklemek için yapabileceğini söylüyor. Aynı araştırmaya göre anneler, kızlarının öfke ile ilgili yüz ifadelerini önemsememe eğilimi gösteriyor. Bu, muhtemelen araştırmaya katılan hiçbir annenin bilinçli olarak yaptığı ve farkında olmadığı bir davranış şekli.
Toplumsal önyargılarımızın olduğu alanları belirleyebilirsek, üstesinden gelmek ya da telafi etmek için farkındalığımızı bu yöne çevirebiliriz. İşte ebeveynlik tarzımıza bu gözle yeniden bakmamızı sağlamanın birkaç yolu:

1. Kızlarınıza “dikkatli ol” demeden önce durun.

Küçücük çocuğunuz parktaki tırmanma merdivenlerinin üst basamaklarına doğru çıkarken neler hissettiğinizi tahmin ediyorum. Ancak tırmanan çocuğun kız olması, korkunuzu daha da artırıyor olabilir.
Bütün çocuklar, onlarla duyduğunuz güvenden büyük faydalar sağlar. Bu güveni kızlarınıza da verdiğinizden emin olun.

2. Kız çocuklara da bolca fiziksel aktivite yaptırın.

Fiziksel aktivitenin mutlaka bir spor dalı olması gerekmiyor.
Sek sek, denge aletleri, yoga ya da jimnastik de olabilir.
Kız çocuklarının da elinin altında sürekli top olmalı! (Bütün çocukların olmalı!)
Topla oynama ile birlikte gelişen koşma, vurma ve zıplama gibi beceriler, fiziksel özgüven için çok değerlidir.

3. Oğlunuzun gözyaşlarına ya da yaşadığı acıya omuz silkmeden önce durun.

“Erkekler ağlamaz” sözüne inanmasanız da, üstü kapalı bir şekilde onları güçlü yapmak için bilinçsiz bir uğraş içinde olabilirsiniz.
Dizleri gerçekten çizildiğinde, “iyisin, bir şey olmaz” demek yerine empati kurup “iyi misin?”diye sorun.

4. Erkek bebeklerle pozitif etkileşim için biraz daha ekstra zaman ayırın.

Erkek bebekler biraz daha fazla ağlamaya meyilli oldukları için onlarla biraz daha negatif bir etkileşim içinde bulunuyor olabilirsiniz.
“Negatif” derken bağırmayı ya da kötü davranmayı kastetmiyorum. Bebeği susturmaya çalışmak, sallamak ya da onu sakinleştirme çabalarından bahsediyorum. Bu çabalar dolayısıyla onlarla daha az süre göz kontağı kuruyor olabilirsiniz.
Bunu elbette içgüdüsel olarak bütün bebeklerle yaparız, ancak erkek bebeklerle biraz daha fazla kasıtlı göz teması kurabilirsiniz.

5. Erkek ve kız çocukların öfkelerini güvenli bir şekilde ifade etmelerine izin verin

Bazen öfkeye yasak bir duyguymuş gibi davranırız. Ancak güvenli bir şekilde ifade edildiğinde, öfke hayati bir insani duygudur.
Duyguyu onaylayın (“Çok öfkeli görünüyorsun”) ve ona pozitif bir dışavurum hakkı verirken, uygun olmayan davranışı sınırlandırın. (“Öfkeli olduğumuzda kimseye vurmuyoruz, ama belki ayağımızla yere vurabiliriz.”)
Oğlunuz yerine kızınız söz konusu olduğunda, öfkesini fiziksel olarak göstermesine izin vermemeyi tercih ediyor olabilirsiniz. Çünkü kız çocuklarının daha “ölçülü” olması beklenir.
Ancak tüm çocuklar öfkeyle baş etmenin sağlıklı yollarını öğrenmeye ihtiyaç duyar. Buna kız çocuklar da dahildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder